Röportajlarım
Şiddetsiz İletişimi yaşayan bir örnek
2 Yorum
-24 Kasım 2011
Geçtiğimiz Mayıs ayında Marshall Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim yaklaşımı bahsetmiştim sizlere. Yazının ardından bu konuyla ilgili o kadar çok olumlu geri dönüş aldım ki, bir defa daha anladım ki dilimizi değiştirmeye gerçekten de ihtiyacımız var! Dilimizi değiştirmekle tam olarak ne anlatmak istediğimi bu defa canlı örneğiyle göstermeye çalışacağım size. Şiddetsiz İletişim eğitimi almış bir annenin, bu yaklaşımı kullanmasıyla birlikte hayatında ne gibi değişimler olduğunu okuyacaksınız.
Banu Peters, 2 çocuk annesi, antropoloji okumuş ama çocukların doğumundan sonra çalışmamayı tercih etmiş. Şimdilerde ise Şiddetsiz İletişim gibi hayata anlam katan değerler üzerinde çalışıyor, kendiyle çalışmayı çok seviyor. Banu ile bir arkadaşım aracılığıyla tanıştım ve Şiddetsiz İletişim dilini tam anlamıyla hayatına geçirmeye çalıştığını ve kendi özelinde neler yaptığını, çabalarını görünce sizlerle de paylaşmadan edemedim. Çünkü bana göre, bir uygulama gerçek anlamda hayatınıza soktuğunuzda işlemeye başlar, yoksa alınan eğitimler sadece kağıtta kalmaktan ileriye gidemez. Eminim ki çoğunuz çalıştığınız şirketlerde birçok eğitim alıyorsunuz, belki de kendi özel ilgi alanlarınızda iş dışında da eğitimlere katılıyorsunuz. Ama hadi kendinize dürüst olun, hangi eğitimi tam olarak hayatınıza geçirdiniz?
Banu’nun eğitimden kendi payına aldıklarına bakarsak, aslında kendi ağzından somut olarak hayatına tam olarak kattıkları şöyle; “Duygu ve düşüncelerimi ayırt etmeyi, gerçek olanın duygu olduğu, düşüncenin sadece yargı olduğunu öğrendim. Çevremdeki insanları yargısız, savunmaya ya da saldırıya geçmeden dinlemeyi öğrendim. Artık çocuklarıma da kendileri olabilmeleri için izin veriyorum.”
Aslına bakarsanız yukarıdaki satırlar bile yeterli yani daha başka bir şey söylemeye gerek yok. Eğer Banu gerçekten bunları hayatına geçirdiyse, ki oldukça içten ve gerçekti bana anlattıkları, büyük bir değer katmış öncelikle kendisine. Kendine değer katan kişi, tabiî ki çevresine ve ailesine de o ışığı yansıtır.
Süreci yaşarken oldukça zorluk çektiğinden de bahsetti Banu. İstikrarlı olmanın ve geçmiş kalıplarından sıyrılmanın hiç de kolay olmadığını anlattı: “Başka kalıplarla büyümüşüz, bu kalıpları üzerimizden atmak kolay olmuyor. İğneyle kuyu kazmak kadar zor bir şey. İlişkilerde hep varsayımlar üzerinden gidiyormuşuz örneğin. Bizim kültürümüzde hep dışarıda birileri hata yapar. Trafik vardır, yağmur yağar, öğretmenin kızar, arkadaşın küser. Bir olayı 10 kişiye sor hepsi farklı anlatır. Hepimizin hayata bakış açısı farklı. Geçmişten getirdiğimiz birçok şey var. Ama sen ne kadar donanımlı olursan sisteme dur diyebiliyorsun.
Sen içsel olarak zayıf oldukça dışarıdan gelen etkilere daha açık oluyorsun.”
Banu, kendisiyle bu çalışmaları yapmadan ve bu eğitimi almadan önce insan ilişkilerinde daha çok etiketleyerek değerlendirme yapıyormuş. Sakın hiç de garip bir şeymiş gibi dudak bükmeyin hemen. Etiketlemek o kadar günlük hayatımızın içinde ve o kadar benimsediğimiz bir davranış ki, özellikle çocukluğumuzdan bize öğretilmiş olduğundan kolayca her an hepimiz yapıyoruz bunu. Anında yapıştırıyoruz sıfatlarımızı; Cimri, ukala, uyuz…vb.
Banu bu konuyu şöyle çözmüş; “Etiketledikçe rahatlıyoruz. İhtiyacımız var demek böyle şeye. Yargılamalar hayatımızda böyle devam ediyor. Yapmaya çabaladığım kendimi bunlardan arındırmak. İnsanları davranışlarıyla etiketliyordum ama diğer yandan kendim iyiydim. Şimdi aslında ne öğrendim; ancak kendimden sorumluyum, başkasını değiştiremem. Kendim değiştikçe yargılardan arındıkça, sustukça, dinledikçe, karşımdaki çocuğum da olsa o kişi bana daha fazla açılıyor.”
Kullandığı yeni dil, özellikle çocuklarıyla olan ilişkilerini başka bir boyuta taşımış; “Bayram geldi yemek hazırlarsın ama çocuklar ayak altında olmasın istenir. Misafir gelir en muhteşem sofra kurulur ama çocuk sürece dahil olmamıştır. Aslında hayatın sihri buralarda saklı. Halbuki senin en değerli şeyin çocukların misafir değil ki. Şu anda sürece odaklıyım. Sonuç ne olursa olsun herşey iyi olacak. Herşey çok toz pembe değil ama anların keyfini çıkartmak önemli. Bazen susarak bazen de konuşarak.”
Ve Banu’nun beni en fazla etkileyen cümlesi; “Keşke herkes bu dili konuşmayı öğrense, hayat bu kadar da zor değil”. Evet değil gerçekten de. Hayatı zorlaştıran bizim bakış açımız ve düşüncelerimiz.
Eğer siz de dilinizi değiştirmek isterseniz lütfen alın ve bu kitabı başucunuza koyun;
Marshall Rosenberg – “Şiddetsiz İletişim, Bir Yaşam Dili”.