Güncel

Belirsizlikte oturmak

0 Adet Yorum

-

19 Ekim 2020

Bu sabah serinliğe uyanınca sabahlığımdan da kalın birşey almak istedim üstüme. Dolabı açınca en eski gri, kalınca hırkama gitti elim. Bahara girerken, evde karantinada olduğumuz vakitlerde yıkayıp kaldırmıştım hırkalarımı. Elime aldığım an önce dolaptaki kalıp sabunlarımın kokusu geldi burnuma, sonra da karantina günlerindeki beni hatırladım. Hırkayı giydim, Doğa’nın kahvaltısını hazırladım ve o derse girince oturdum uzunca kendimle. Hırkayı dolaba kaldırırken eylülde okulların açılacağından ve koronanın hafifleyeceğinden nasıl da umutluydum, yok beklentideydim diyelim. Halen bazı sabahlar Serdar’a “Bugün ofise gidecek misin?” derken buluyorum kendimi ki tüm ekibin neredeyse evden çalıştığını bilmeme rağmen. Ara ara gider oldu ofise, bu bile korkutuyor beni. Çünkü son zamanlarda çok yakın çevremizden, Serdar’ın iş arkadaşlarından özellikle duyar olduk hastalananları. Vefatlar da oldu. Bunları böyle işte kelimeler arasında yazar, anlatır olduk. Korona bir balta gibi ortadan ikiye kesti hayatımızı öncesi ve sonrası şeklinde ama şu anda tam da içindeyiz hem de en ortasında, yanardağın göbeğinde. Artık tüm süreçleri biliyoruz, görüyoruz, korkumuz kalmadı mı sizce? Korkuyu aşın falan demeyeceğim burada ki öyle bir şey yok! Korkuyoruz, insanız nihayetinde.

Hem belirsizlikle hem de bu daraltıcı, kısıtlayıcı koşullarla yaşamaya alışmamıza rağmen korkuyoruz. Kolay şey değil belirsizliğe kendini bırakabilmek. Hep kitaplarda okuduğumuz, sözüm ona ünlü üstadlardan dinlediğimiz herşey gerçeğimiz oldu. Yaşanabiliyormuş böyle dedik, daha da yaşamaya devam edeceğiz öyle görünüyor. Hep bir iyi olma, içinde olduğumuz durumdan kurtulma halini bekler durursak mutsuz olacağımız kesin. Şu an, tam da şimdi içinde olduğumuz koşullarla ne yapabiliyoruz ona bakmak bana iyi gelen bugünlerde. Örneğin Doğa odasında online okulda iken benim salonda yoga derslerimi verebilmem, geceleri normalde hiç vakit ayıramadığım eğitimlere katılabilmem, evimde aylar öncesine göre kat kat daha fazla zaman geçirmenin getirdiği düzen, huzur. Ailemle daha yakından daha samimi bağ kurabilmek de bunlara eklenebilir. Bu kadar yakınlık da zaman zaman krizler getirebiliyor elbet onu da en saf haliyle yaşıyoruz. Özellikle benim gibi sık seyahat eden, alıp başını gitmeyi sevenler için ciddi bir öğrenme süreci. Hani elektrikler kesilir ve herkes birbiri ile konuşmak zorunda kalır sıkıntıdan, tam da bu!

Hiçbirimiz Mart ayından önceki biz değiliz. Bambaşka bir tüneldeyiz ve artık emeklemiyoruz, hepimiz kendimizce bir hızda ayağa kalktık diye düşünüyorum öyle ya da böyle. Tünelin kapağı açık ama ilerisi sisli henüz göremesek de yürüyecek gücümüz var. Kimi zaman yorulup dinlenecek iznimiz var kendimize. Öğrendik değil mi durmayı? Öğrenmediysek ara ara denemek de fayda var halen hiçbir şey yapmadan durmayı. Kendimizle oturmayı daha da sıklaştırmak ilacımız olabilir. Sıcak bir çay demlemek, dizlerin üstüne bir battaniye alıp durmak öylece, zihne üşüşenleri izlemek tıpkı yoldan geçen arabaları izlemek gibi… Kimbilir belki daha önce hiç görmediğin renkte ve modelde bir araba geçer, şaşırırsın hatta hayran kalırsın!

Bilmek istiyoruz korona ne zaman bitecek, bilmek istiyoruz ekonomi ne zaman düzelecek, bilmek istiyoruz ne zaman güvende olacağız? Biz bunları isterken dünya doğası gereği geçici ve değişken olmaya devam ediyor. Aslında değişen bir şey yok. Dünya hep böyle idi hep de böyle olacak. O istediğimiz güvence kimse ve hiçbir şey tarafından bize verilemeyecek. Tarihe bakıp bir düşünelim, kim bu güvenceyi ne zaman vermiş? Veren olduysa da inanılmış mı, sonucu ne olmuş?

Alan Wats diyor ki, “Güvence arayışına dayalı bir toplum herkesin davul gibi gergin, pancar kadar kırmızı olduğu bir nefes tutma yarışmasından başka bir şey değildir.” Wats’ın bu sözleri bende çok anlam buluyor çünkü yoga derslerimde öğrencilerimin en çok nefeslerini yavaşlatmada sorun yaşadıklarını gözlemliyorum. Nefes yavaşlamadığında yoga duruşlarında kalabilmek ve derinleşmek de mümkün olmuyor bu sebeple öncelikle nefese çalışıyoruz. Zihni yavaşlatmanın en güzel aracı nefes.

Hani oturacaksın ya kendinle battaniyeni alıp, belki nefesine de bakmak istersin o anlarda, yavaşlatırsın nefes alışverişlerini bir güzel, her oturuşta biraz daha yavaş…

Bu süreçte ben evdeki minik odama iyice yerleştim, kurumakta olan çamaşırlarım, kitaplığım ve evin diğer odalarından arta kalan dolapların ortasında minik yazı masamda geceleri uzunca yazıyor, Pamuk’un tuvaletinin hemen yanındaki koltuğumda uzunca okumalar yapıyorum. Benim kendimle oturmalarımın bir kısmı da böyle geçiyor.

Sizinkileri de duymak isterim. Sevgiyle, sağlıkla oturun…

ÖZGÜR TURAN’DAN HABERDAR OL,

YENİ YAZILAR, ETKİNLİKLER VE GÜNCELLEMELERLE SENİ HABERDAR EDELİM

ÖZGÜR’Ü BURALARDA TAKİP EDEBİLİRSİN Twitter Instagram