kitap

Değişim önce dilimizde başlamalı

4 Yorum

-

14 Mayıs 2011

Küçükken anneannem ya da dedem kafamı masaya çarptığımda, masaya vururlardı ve “Hımm ne yaptın bakalım sen bizim kızımıza bakalım” diye masayı azarlarlardı. Bu davranışı daha sonra birçok büyükanne ve dedede hatta anne, babalarda da gördüm. Öyle yer etmiş ki bende anne olduğumda en karşı çıktığım ve sevdiklerimi “sakın yapmayın” diye uyardığım durum bu oldu. Oysa ki bir çocuğun kafasını masaya çarpmasından doğal ne olabilir ki değil mi ama bunun için masayı dövmek neden? Sonradan okuduklarım ve araştırdıklarımdan öğrendim ki bu davranış çocuğa “senin canını acıtanı sen de acıt” mesajı veriyormuş. İşte bu mesajlarla büyüme sürecine girip sonra ilkokula başlayınca bize hakaret edene biz de hakaret ediyor hatta bizi iten, döven çocukları biz de dövüyoruz. Ve şiddet böyle çaktırmadan giriyor hayatımıza hiç çıkmamacasına. Sonunda bugünkü halimize geliyoruz ve “dünya bizim canımızı acıtıyorsa biz de ayakta kalabilmek için onu acıtırız” felsefesini güderek yaşayıp gidiyoruz. Ama gerçek anlamda yaşıyor muyuz yoksa sadece hayatta kalmaya mı çalışıyoruz onun farkına varmak gerek. Çok sevdiğim bir kitap olan Tanrılar Okulu’nun yazarı Stefano E. D’Anna’nın dediği gibi “Dünya böyle çünkü sen böylesin”. Şu koskoca evrenin bizim şahane bir yansımamız olduğu gerçeğini kabul edelim artık hadi. Bizler değişmedikçe dünya değişmeyecek. Değişim de bizim dilimizden ve iletişim şeklimizden başlayacak öncelikle. Öfkemizi bile sevgiyle ifade edebilecek iletişim becerisini kazandığımız gün bireyler, aileler, toplum, kıtalar yani dünya daha şevkat dolu bir yer olacak.

Marshall Rosenberg, Şiddetsiz İletişim yaklaşımını ortaya koymadan önce “En zor şartlar altındayken bile doğamızdaki şefkate bağlı kalabilmemizi sağlayan nedir” diye düşünmüş ve bu sorunu yanıtlarını aramış uzun yıllar. Araştırmaları sonucunda ise, şefkatli kalabilme yeteneğimizi etkileyen sebepler üzerinde çalışırken, dilin ve kelimeleri kullanış şeklimizin ne kadar önemli olduğunu fark etmiş. Ondan sonra iletişime – konuşma ve dinleme – yönelik özel bir yaklaşım getirmiş. Bu yaklaşımı, doğamızda var olan şefkat duygusunun gelişmesini sağlayacak şekilde bizi kendimizle ve diğer insanlarla birleştiren, böylece birbirimizle gönülden bir alışverişe, paylaşıma yönelten “Şiddetsiz İletişim” olarak tanımlaşmış. Burada şiddetsizlik sözcüğünü Gandhi’nin kullandığı anlamda, yani “şiddetten arındığında yüreğimizde doğal olarak var olan şefkat hali” anlamında kullanıyor.

Mahatma Gandhi’nin torunu Arun Gandhi, 1940’larda ırk ayrımcılığı yapılan Güney Afrika’da derisi koyu bir kişi olarak büyümenin zorluklarını çok derinden yaşamış. Bu anlamda öfkesini ve içindeki intikam duygusunu hafifletmesi için ailesi tarafından 18 aylık kısa bir süre için dedesi Mahatma Gandhi’nin yanına Hindistan’a gönderilmiş. Sadece 13 yaşıdaymış. Arun Gandhi, dedesinden öğrendiklerini şöyle özetliyor; “Dedemden öğrendiğim pek çok şeyden biri de şiddetsizliğin derinliğini ve kapsamını anlamak; hepimizin şiddet dolu olduğunu, bu yüzden davranışlarımızda nicel bir değişim yaratmamız gerektiğini kabul etmekti. Çoğu zaman içimizdeki şiddeti kabul etmeyiz çünkü bu konuda cahiliz. Şiddetli olmadığımızı varsayarız çünkü bizim için şiddet, dövüşmek, öldürmek, dövmek ve savaşlardır ki bunlar da normal insanların genelde yapmadıkları şeylerdir.

Beni bu konuda ikna etmek için dedem benden soyağacı oluşturmak için uygulanan kuralları kullanarak şiddetin soyağacını çıkarmamı istedi. Onun savunduğu şey, eğer ben dünyada var olan şiddeti anlar ve kabul edersem şiddetsizliğin kıymetini daha iyi bilecektim.

Her akşam o gün olanları, deneyimlediğim her şeyi, okuduklarımı, gördüklerimi ve başkalarına yaptıklarımı analiz etmeme yardım etti ve soyağacının üzerine bunları, eğer şiddetin yer aldığı durumlarda fiziksel güç kullanılmışsa “fiziksel” başlığı altına veya eğer duygusal acı veren türde bir şiddetse “pasif” başlığı altına yerleştirmemi istedi.

Birkaç ay içinde odamdaki bir duvar, dedemin fiziksel şiddetten daha sinsice olarak tanımladığı pasif şiddet olayları ile örtüldü.

Ondan sonra, bana pasif şiddetin eninde sonunda, birey veya bir topluluğun üyesi olarak, şiddet kurbanı olan kişide öfke yarattığını ve onun da sonuçta şiddetle tepki verdiğini açıkladı. Diğer bir deyişle fiziksel şiddetin ateşini körükleyen şey, pasif şiddetti.

Bu kavramı anlamadığımızdan veya takdir etmediğimizden, barış için sarf ettiğimiz gayretler ya meyve vermiyor ya da kazandığımız barış kalıcı olamıyordu. Önce cehennem ateşini körükleyen yakıtı kesmezsek yangını nasıl söndürürdük?”

Marshall Rosenberg’in “Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili” kitabı taze çevrildi Türkçe’ye ve raflarda yerini aldı. Beni derinden etkileyen önsözü de Arun Gandhi yazmış. Her satırı sindire sindire okunası bir kitap. Keyifli okumalar…

*Mayıs köşe yazım

ÖZGÜR TURAN’DAN HABERDAR OL,

YENİ YAZILAR, ETKİNLİKLER VE GÜNCELLEMELERLE SENİ HABERDAR EDELİM

ÖZGÜR’Ü BURALARDA TAKİP EDEBİLİRSİN Twitter Instagram