Yoga & Meditasyon
İçimdeki martılar
2 Yorum
-24 Ocak 2011
Sabah rüzgarı yüzümü okşarken böyle bir manzarada vapurun gelmesini bekliyorum. Martıları izliyorum bir yandan. Ekmek kırıntılarını yemeye çalışan minik serçeleri kovalıyorlar çığlık çığlığa. Oldum olası sevmişimdir martıların sesini. Hem çok coşkulu ama bir o kadar da hüzünlü gelir bana çığlıkları. Hep birşeylerin habercisi gibi. Öyle özel bir an’dı ki bu benim için fotoğraflayıp buraya koymak istedim, güne dair birkaç not düşmek.
Sık yazamıyorum bu aralar… sık konuşamıyorum da aslında. Sadece yoga yapıyorum ve an’ları yaşamaya çabalıyorum o kadar. Duruşlardan çok an’ların içindeki yansımalar, düşüncelerim içindeki düşünceler, öfkemin içindeki mutluluk, nefretimin içindeki sevgi, kıskaçlıklarımın içindeki teslimiyet, korkularımın içindeki cesaret, sessizliğimin içindeki çığlıklarla başbaşayım. Bazen hepsinden sıyrılabileceğimi hissediyorum, hafifliyorum aynen bu coşku çığlıkları atan martılar gibi. Ruhumun hep öğrenci kalmasını diliyorum bu çığlıkları özgürce atabilmek için. Adım gibi özgür olabilmek için… Ama çoğunlukla nedensiz bir mutluluk ve huzur duygusu varki bunu kelimelerle tarif etmek gerçekten de güç. Doğa’ya hamileyken hissettiğim bir hisse benziyor aslında biraz, sanki içimde kelebekler uçuşuyor gibi.
Kimi zaman içten içte söylenirim annemle babama, “neden adımı Özgür koydunuz” diye. Dünyevi anlamda ağır gelir bana bu isim çoğu zaman taşıyamam, bedenime sığdıramam, kanatlarım olsun gitsem, kaçsam isterim. Ama sanırım artık kaçmadan da ayaklarımı yere basarak adımı taşıyabiliyorum. 40 yaşıma yaklaşırken ve ne tuaftır ki anne olduktan sonra yapabiliyorum bunu. Çocuk doğurmanın beni özgürleştireceğini söyleselerdi inanır mıydım ki… Meğer asıl özgürlük dışarda değil içerideymiş… İçimdeki ben’de.
Dada konuşsa ve ben günlerce otursam dizlerinin dibinde dinlesem istiyorum. Onun gözlerinden akan o mutluluk ışıltısı içimi yıkıyor. Eğitimin her dersi ayrı bir yolculuk. Evrene çok teşekkür ediyorum onunla beni karşılaştırdığı için.
**”Sonsuzu kavrayabilmek için sonlu olan ile olan tüm bağlarımızı kesmeliyiz. Tıpkı kiraz almak için yumruğunu bir kavanozun içine sokmuş ama kirazları bırakmadığı için elini dışarı çekemeyen bir maymun gibi biz de sevdiğimiz birtakım şeylere aç gözlülükle sıkıca sarılmaktan vazgeçtiğimiz zaman varlığın yüksek seviyelerine ulaşabiliriz. Bağımsızlığa ulaşanlar bu değişimler evreninde herşeyin gelip geçici olduğunu anlamışlardır. Onların zihinleri karda veya zararda, şerefte veya utançta etkilenilmezliğini korur.
Gerçek anlamda bağımsızlığı bilen ve yaşamı inkar etmeyen kişi, yaşamının değişen formlarının içindeki sonsuz değişmez gizliliğine temas edebilmek için onu kucaklar. O, annesinden yeni güzel giysiler kabul etmekten aşırı doymuş bir çocuğuna benzer. Bir an için, elbiseyi sevip okşar, arkasından, güzel bir oyuncak bulunca elbiseyi bırakıp oyuncağa sarılır, sonra onu da bırakıp çiçeklere koşar. O, hiçbir şeye bağlanmaz. Böylece dünyanın bütün nesnelerini ve yaratıklarını Evrensel Bilinç okyanusunun titreşen dalgaları gibi gören ve bağlanmaksızın, tiksinmeksizin ona temas eden kişi açıklanması güç bir mutluluğun zevkine varır.”
Bugünlerde okuduğum birkaç kitaptan biri olan ‘Meditasyon ve Kozmik Bilinç’ten bir alıntı yukarıdaki satırlar. Bu iki paragrafta anlatılan sonlu olanla bağlarımızı kesmek kısmı o kadar da kolay değil günlük hayatımızda. Ama çabalamak bile çok büyük adımlar attırabiliyor. Aslında bağlarımızdan özgürleşebilmeyi çocuklarımızdan öğrenebiliriz. Çünkü onlar bizi hem koşulsuz sevip hem de bir o kadar özgür bırakıyorlar aslında. Hadi bunu düşünelim!
**Meditasyon ve Kozmik Bilinç – Avadhutika Anandamitra Acharya