Röportajlarım
İstanbul’dan New York’lu bir şifacı geçti
2 Yorum
-26 Kasım 2013
Oyuncu, İleri Seviye Jivamukti Yoga eğitmeni, sertifikalı Ohashiatsu Eğitmeni, şifacı ve Uma Thurman’ın erkek kardeşi; Dechen Karl Thurman’ı tanımanız için kilit kelimeler bunlar olabilir ama onda bundan çok daha fazlası var.
İleri Seviye Jivamukti Yoga eğitmeni Dechen Karl Thurman, geçtiğimiz günlerde Yogatime’da ders vermek üzere İstanbul’a geldi. Hem dersine girip o atmosferi yaşama hem de ders sonrası kendisiyle bolca vakit geçirme fırsatım oldu. Aslına bakarsanız bu röportaj bir dergide yayınlanacaktı fakat dergi içeriğinin yoğunluğundan haber bir sonraki aya uzayınca daha fazla bekletmek istemedim. İlk olarak Alternatifkarma okurlarına gitsin dedim. İyi de oldu! Thurman, “Bugün Satürn ile çalışacağız” diyerek başladığı dersi, oyunculuk yeteneğiyle kurguladığı bir atmosferde sürdürüp, Fukuşima santralinde radyasyon sızıntısını gidermeye çalışan ekibe meditasyon ile kapattı. Her şeyiyle dopdolu, farklı, oldukça ilham verici bir dersti. New York’da yaşayan bütünsel bir şifacı olan Thurman, bu yıl diğer festivallerin yanı sıra, New York Yoga Journal Konferansı, Almanya Yoga Konferansı ve Wanderlust Yoga Festival’inde hocalık yapmak için davetli.
Oyuncu, İleri Seviye Jivamukti Yoga Hocası, sertifikalı Ohashiatsu Eğitmeni, şifacı ve Uma Thurman’ın erkek kardeşi; Dechen Karl Thurman’ı tanımanız için kilit kelimeler bunlar olabilir ama onda bundan çok daha fazlası var. Bana kalırsa bu etiketlerin altına sığmayacak kadar anlamlı olanı ise budist bir kültürün içinde büyümüş olmak. Dechen ismi Tibet dilinde büyük mutluluk anlamına geliyor. Tibet Budizmi’nin önde gelen uluslararası öğretmeni olan babası Robert Thurman, bugün Kolombiya Üniversitesi’nde Hint-Tibet Budist Araştırmaları Profesörü olarak görev yapıyor. Tibet meditasyon teknikleri, mantralar, Japon Shiatsu geleneği ve yoga Thurman’ın hayatını şekillendiren temel taşlar olmuş. Michael Almereyda’in “Hamlet” filminde Guildenstern’ı ve Gerald Fox’un Bret Easton Ellis filminde Patrick Bateman’ı oynadı. Diğer taraftan oyunculuk kariyerine de halen devam etmekte ve eğitimini aldığı bu öğretilerin oyunculuğu üzerinde büyük etkileri olduğunu söylemekte.
Budist bir kültürün içinde büyümenin bugünkü hayat görüşünüze ne gibi etkileri oldu?
Büyürken ailem Geshe Wangyal, Lama Govinda, Tara Tulku Rimpoche, Dr. Yeshe Donden ve Gehlek Rimpoche gibi Tibet’ten mülteci olarak gelen aydın öğretmenleri ağırlama konusunda kültürlerarası bir öncüydü. Bu müthiş hocaların yardımıyla meditasyon pratiğimi geliştirmeyi öğrendim. Dharamsala Hindistan’da 1 yıl kadar yaşadım. Dalai Lama’yı ilk defa Dharamsala’da gördüm. Amerika’da büyüyen bir genç olarak toprakları yok edilen bir ulus görmek omuzlarıma çok fazla yük bindirmişti. Fakat merhamet duygumu çok geliştirdi. Tibet’ten kaçan azizleri evimizde ağırlamak, onlara gündelik işlerinde yardımcı olmak aile içi görevlerimdendi. Amerika’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak istediğim birşey olmadığında ailem hep Tibetliler ile karşılaştırırdı. Bu durumda beni ilk gençlik yıllarımda biraz zorlasa da nasıl bir kültür bütünlüğü içinde büyüdüğümü yoga öğrendikten sonra fark ettim. Tibetlilerin özgürlüklerine kavuşmasına katkıda bulunamadım ama okulda onları hep savundum, destekledim.
Yoga ile nasıl tanıştınız? Yoganın oyunculuk hayatınıza ne gibi katkısı oldu ?
New York School of Arts’ta oyunculuk üzerine eğitim alırken çok katı bir program olan Playwrights Horizons’a başladım. Buradaki İsveçli dans dersi öğretmenimiz Maude Karlsonn, aynı zamanda bir yoga hocasıydı. Bize sürekli çeşitli yoga duruşları yaptırıyordu. Duruşlar sırasında nefes almamızı, canımız acısa, ağlasak, gülsek de dayanmamızı istiyordu ama bir yandan da bize karşı çok anlayışlıydı. Bizim için harika bir rol modeldi. İlk dönemin sonunda bize Jivamukti Yoga Okulu’nun broşürlerini dağıttı. Broşür üzerinde Sharon Gannon’un karga pozunda olduğu bir fotoğrafı vardı. 19 yaşlarımda olduğumda o dönem, spiritüel olmaktansa , budizmden uzak, tamamen tüketim gençliğinin bir parçasıydım. Jivamukti’de girdiğim ilk ders Sharon Gannon, Om Mani Padme Hum mantrası ile dersi açtı. Bu mantra benim büyüdüğüm mantra idi. Ama yaşım gereği ebeveynlerimden gelen fikirlere karşı koyma psikolojisi içinde olduğumdan Sharon Gannon’dan gelen bilgiyi almaya daha açıktım. İşte her şey böyle başladı. Yoga duruşları ve nefes çalışmaları bana daha fazla konsantrasyon ve farkındalık sağladı. Tabi ki aileme olan saygım da daha fazla arttı. Yoga sayesinde tekrar budizme dönerek öğretmenlerimin içindeki ışığı gördüm. O ilk dersten sonra yıllarca yoga yaptım ve 30’lu yaşlarımda öğretmen oldum. Bugün halen Manhattan’daki Jivamukti Yoga okulunda ders veriyor ve aynı zamanda eğitmenlik eğitimleri de veriyorum.
Masaj eğitmeni olmak nerden aklınıza geldi?
New York Üniversitesi’nde shiatsu masajını öğrendim. Böylece doğal dokunuşum gelişti. Masaj, ilişkilerin, hayatın, aile hayatının, sağlığın bir parçası. Masaj profesyonel dünya ile sınırlı değil. Ta ki insan, hayvan, bitki gibi türlerin oluştuğu ilk ana kadar giden derin bir konu. Hayvanlar kendi kendilerine ve birbirlerine masaj yapıyorlar. Masaj birlikte yaşamanın bir parçası. Misyonu “Barış için dokunmak” olan öğretmenim Ohashi’yi bulduğum için şanlıyım. Okulumun adı Ohashiatsu. Ohashi, Hiroşima’da radyasyondan çok etkilenmiş. O zaman bir yaşındaymış, büyüdükçe kendi bedenini kendisi iyileştirebilme şifasına kavuşmuş ve geleneksel shiatsu öğretisini yeniden düzenlemiş. Böylece Jivamukti ve Ohashiatsu olmak üzere 2 kadim öğretinin modernize edilmiş halini öğrendim.
Derslerinizde farklı bir stiliniz var. Bunu nasıl oluşturdunuz?
Ohashiatsu bana sinir sistemi ile bağlantı kurma olanağı verdi. Derslerim sırasında ellerimle dokunduğumda öğrencilerimin hangi kası rahatlamış hangisi gerilmiş hissedebiliyorum. Ben kendime başkalarına yardım ederek iyi bakıyorum. Misyonum bu. Oyunculuk yeteneğimi de derste kullanıyorum. Böylece yoga mitlerini ve duruşları öğrencilerin zihinlerinde daha kolay canlandırıyorum ve kalıcı oluyor. Müzik seçimlerimiz de nefesin ritmine göre oluyor ve sinir sistemini harekete geçiriyor. Buna nada yoga diyoruz. Nadilerin (psijik enerji kanalı) üzerine çalışıyoruz.
Kendi pratiğinizde halen asana çalışıyor musunuz?
Evet halen asana yapıyorum. Hatta hiç yapmadığım bazı asanaları deniyorum. Daha gençken yaptığım asanaları da halen çalışıyorum. Yogada birçok farklı stiller var. Benim kişisel tarzım farklı yoga stillerinden oluşan bir yelpaze. Ben herkesin her pozu yapabileceğine inanıyorum yeter ki motivasyonları olsun.
Budizm üzerine ne gibi çalışmalar yaptınız?
Resmi olarak Budizm çalışmadım. Sadece bir çocuk gözüyle gözlemledim. Tibetlilere hizmet etmeyen batılıları anlamıyorum ve de üstelik çok entelektüel geçiniyorlar. Örneğin Tibet kültürüne ait birçok kitabı İngilizceye çevirdiler. Ama İngilizce bilimsel kitapları, edebiyatı Tibetçeye çevirmediler. Tibetliler fizik öğrenmek istiyorsa Çince argümanları okumak zorunda kaldılar. Batılı entellektüeller için bu ciddi bir karma ve bu karma ile uğraşmak benim işim değil. Ve ben böyle bir durumun içine doğdum, kendi özgür kararlarımı verdim ama bir yandan da bu durumdan ayrı kalmadım. Bazen Jivamukti yoga stüdyosundan çıkınca Tibet kültürüne ait hediyelik eşyalar satan dükkanın önünden geçerken gözlerim dolardı çünkü “onları satan ve satın alan insanlar bunların gerçek anlamını biliyor mu acaba” diye düşünürdüm. İsmim Tibet ismi ve beyaz bir adamım. Yoga hocaları isimlerini de Asya isimleriyle değiştiriyorlar. Ben Tibet polisi değilim sadece onlara hizmet ettiğim için minnettarım. Örneğin mantralar öyle durduk yere istenildiğinde hızlandırılabilecek bir süreç değil. 35 yıl bir mantrayı söylemek kişiyi farklılaştırıyor. Bir mantrayı 20’li yaşlarında öğrenen biri ile doğuştan öğrenen ve 35 yıl mantra ile büyüyen biri farklıdır. Yani ben çocukluğumdan beri mantra söyleyerek büyüdüm dolayısıyla bunu içselleştirebildim ve keyifli hale getirdim. Başka birinin uygun bulmayacağı ve çok gizemli şeyler yapıyor gibi görünebilirim ama aslında ben onlarla eğleniyorum, oynuyorum. Örneğin bir mantrayı 20 yaşında öğrenen biri, 15 yıl boyunca bu mantrayı söylese bile mantrayı öğrenmeden önceki hayatı, mantranın anlamı ile çelişebilir. Ben bunu yaparken de rahip gibi kendimi adamış biri değilim. Sadece ailemden gelen oyunculuk örneklerinden esinlenerek kendi sentezimi oluşturuyorum.
Dechen Karl Thurman’dan çok seyahat eden ve yoğun çalışanlara öneriler:
- Otelinizi ayarlarken kendinize bir de masaj randevusu ayarlayın. Bu aslında hotellerin kayıt paketinde olmalı. Birçok insan biliyor ki çalıştığımız şirketler için kendimizi de satıyoruz. Bunu kötü anlamda söylemiyorum yani kendimizi işe çok veriyoruz. Yaptığımız iş bedenimize bakıyor. Çünkü bedenimizde yaşıyoruz. İnsanlar “masaj için hiç zamanım yok” diyor ama masaj kendimiz için çok önemli bir yatırımdır.
- Her nereye giderseniz, gittiğiniz ülkeye kendi ülkenizden yiyecek götürün ilk gün yemek için. İlk gün sadece kendi ülkenizden götürdüğünüz yemekleri yiyin. Böylece bedeniniz daha yavaş içsel geçiş sağlar. Bu, hocam Ohashi’nun kendimin de uyguladığım bir önerisidir.
- Geçtiğiniz her bir saatlik zaman farkı için bir gün geçmesi gerek. Normale dönmek için kendinize bir gün vermeniz gerek.
- Önemli toplantılara girmeden önce de mutlaka bir süre dinlenmelisiniz.
Jetlag’in bedene etkisi ve jetlag için en iyi duruş
Thurman, yoğun ve uzak mesafe seyahat edenler için duvarda ayaklar yukarı pozu olan Viparita Karani’yi (Sanskritçe Başaşağı Eylem anlamında) öneriyor. Duvara yakın bir mesafede yere uzanıyorsunuz, ayaklarınızı duvara kaldırıyorsunuz. Kendinizi kalçadan kaldırırken, kalçanızın altına kum torbası görevi görecek bir havluyu rulo yapıp koyabilirsiniz. Ayak tabanlarınızı duvara değdirip yardım alarak kalçanızın iyice duvara yapışık olmasını sağlayın. İsterseniz başınızın altına yastık koyabilirsiniz. Bu duruş, ayaklardaki kan dolaşımını düzenliyor, sinir sisteminin alışkanlıklarını ters yüz ediyor. Yogada yer çekimi ve manyetizma, sinir ve dolaşım sistemiyle önemli bir ilişki içindedir. Manyetik bir obje hareket halindeyken bir elektrik alanı oluşturur. Kanımızdaki demirin az da olsa bir manyetizması vardır ve dolaşımı bizim elektrik alanımızı oluşturur. Ayrıca dünyanın da oldukça büyük bir manyetik alanı vardır. Ve bu manyetik alan dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde oluşur bu nedenle bazı yerlere gittiğimizde kulaklarımızda bir çınlama olabilir. Hocalarımdan öğrendiğime göre, kulaklardaki çınlamanın nedeni elektromanyetik etkiden kaynaklanır. Çakralardaki (psiko fiziksel enerji merkezi) duyma duyusu boğazda yer alıyor. Onun üzerindeki çakralar yani üçüncü göz ve tepe çakra, fiziksel olmayan duyularla, yani yerçekimi ve manyetizma ile ilgilidir. Bu yüzden manyetik alandaki değişmeyi bir koku ya da tat biçiminde hissetmeyiz çünkü ondan alt taraftaki çakra sorumlu. Bunu kulaklarımızda hissederiz çünkü en yakın çakra boğaz çakrasıdır. Kendi içimizde elektro manyetizmi duyacak özelliklerimiz var ama onu çok kullanmıyoruz. Çünkü hayatta kalmamız için gerekli olan duyular dokunma, görme olduğu için ağırlığı onlara vermişiz. Bu yüzden kan akışını tersine çevirerek aslında vücudumuzu yer çekimsel olarak kandırabiliriz. Böylece vücudumuz önce yer çekimi için kendini ayarlayıp daha sonra da manyetik açıdan kendini tekrar ayarlar.
Dersin sonunda Fukusima üzerine meditasyon yaptırmak o anda mı aklınıza geldi?
Gezi Parkı direnişine baktığımda aslında yapılması gereken, Türkiye’nin kalben açılması ve gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Dünya genelinde insanlar kaynakları paylaşacak ve dertlerini birlikte çözecek. Türkiye de artık balık yiyemeyecek olan Japonlara yardımcı olmalı, kalbini açarak bu durumunu aşmalı. Aslında böyle bir şeyi çözmek kolay değil ama yoga sınıfında bunu adreslemek iyi fikir böylece insanların kafalarında bir ışık yakmış oluyorsunuz. Ohashi bana demişti ki, “problemlerini çözmeye çalışma bir tane daha bul.” Yani hep daha büyük bir problem daha vardır. Ve bu problem çözülmediğinde büyük sorunlar oluşturur. Japonlar ve onların nükleer santrallini işleten şirket çok yardım talep etmiyor, gururlu bir yapıdalar. Olayı sessiz sedasız çözmeye çalışıyorlar. Eğer oradaki sorun çözülmezse etkileri hepimize ulaşabilir. Bu kalpten açılımı kullanarak Türkiye büyük bir liderlik şansı elde edebilir. Öyle bir döneme giriyoruz ki, artık insanlığa etki edecek güç sahipleri silah tüccarları olmayacak. Birleşmiş Milletler’in ya yapısı değişecek ya da işlevini kaybedecek ve yeni bir uluslararası örgüt doğacak. Ve bu örgüt silah satanlar tarafından kontrol edilemeyecek. Bu örgütü daha fazla yiyecek üretenler kontrol edecek çünkü gıda silahtan daha yararlı ve gerekli. İnsanlar artık dünyayı Amerika’nın kurtaracağına inanmıyorlar. Burada liderlik anlamında bir boşluk var. Şirketleşmeye karşı biri değilim zaten düşündüğümüzden daha uzun zamandır şirketlerin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bugün, toplumların yönettiği dünyaya gelmeden bir önceki aşamadayız. Şimdi bir geçiş sürecindeyiz. Şimdi işte bu röportaj gibi çalışmalarla oraya yaklaşacağız ve bu hayali gerçeğe dönüştüreceğiz.
**Bana değerli vaktini ayırdığı için Dechen Karl Thurman’a ve kendisiyle beni tanıştıran eski dostum Mina Erçel’e sonsuz teşekkürlerimle.
Fotoğraflar Şeref Yılmaz tarafından çekildi.