Yoga & Meditasyon
Satır aralarında…
4 Yorum
-12 Şubat 2015
Nerelere kayboldun dediğinizi duyar gibiyim. Bazen kaybolmak iyi geliyor. Kaybolduğun yerde buluyorsun kendini. Aslına bakarsanız hepiniz gibi ben de günlük hayat telaşı içinde bir yandan evin gündelik işleri, bir yandan yazı çizi işleri, aman kendimi de ihmal etmeyeyim derken yaşayıp gidiyorum işte. Ama uzunca bir zamandır yazamıyor olmamın altında elbette ki günlük hayat koşturmacası yok. Kimbilir belki kendimi değil de kurmaca hayatları kaleme dökmek istediğimden öyküler karaladım. Bir de doğru mu yaptım bilmem ama roman yazmaya başladım. Daha doğrusu üzerinde çalıştığım bir metin vardı son 1-2 yıldır ama şimdi başlı başına bir hikaye oluştu. Tabiki yıllar sonra “ya senin de bir roman vardı noldu o” sorusuna maruz kalmamak için canla başla çalışıyorum. Fakat gelin görün ki zor işmiş arkadaş roman yazmak. Her zaman ki gibi baştan nasıl bir işe kalkıştığımın farkına varmadan işe giriştiğimden yine süreç içerisinde deneyimleyerek öğreniyorum. Yer yer isyanlarda, yer yer coşku selindeyim. Garip bir his bir dünya yaratıp o dünyayı yaşar hale getirmek.
En zoru da ne biliyor musunuz? Anneyken yazıyor olabilmek. Her daim herkes yazma zamanınızdan çalıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yazmak yalnızlık istiyor. Herkese diş bileyebiliyorsunuz sizi o minik dünyanızdan alıkoydukları için. Dünyanın en şevkatli annesi ya da eşi iken bir anda bencil ve gaddar bir kadına dönüşebilirsiniz. Bu durumu dengelemek adına yaptığım ve de bana en iyi gelen şey tabiki yoga. Bazen düşünüyorum da yoga matımın dili olsa da konuşsa kimbilir kaç Özgür anlatırdı size. Matımla buluştuğum her sabah her Özgür’le yeni bir günde yüzleşip öyle başlıyorum güne. Kimi zaman kolay kimi zaman oldukça zor olabiliyor bu yüzleşmeler. Yeter ki kendimi olduğum halimle kabul edecek gücüm olsun. Gerisi hikaye. Yogam ve ben birlikte evriliyoruz, büyüyoruz. Her zaman dediğim gibi gerçek ve en güzel yoga kendi sessizliğinizde kendinizle yaptığınızdır. Ben hocalarımdan böyle öğrendim, öğrencilerime de hep bunu söylüyorum. Günün ağarmaya başladığı sabahın en erken saatlerini kendinize hediye edin, çıkın matın üzerine nefesinizi dinleyin. Sadece bu bile başlamak için yeterli.
Şu an yazmaya kaçtığım en sevdiğim minicik kafemdeyim. Burayı tercih etmemin öncelikli nedeni müzikleri, önündeki minik bahçesine sığınan sokak hayvanları ve tabi nefis kahveleriyle tazecik çayları. Ev çoğunlukla boğuyor beni bir noktadan sonra dışarı atıyorum kendimi. Belli noktalar belirledim kendime. Dönüşümlü olarak hepsinde konuşlanıyorum. Çünkü evde olduğum zaman mutlaka bir iş çıkarıyorum kendime. Bir de hiçbir zaman tam anlamıyla ev insanı olamıyorum sanırım. Yani doğuştan bir çingenelik söz konusu. İlla ki sokaklarda olacağım. Hatta hep aynı yer de basıyor. Farklı farklı yerler denemeliyim, kimsenin bilmediği sokaklar, kafeler, hiç tatmadığım yemekler de buna dahil tabi. Sahi siz hiç ilk defa gittiğiniz bir ülkenin sokaklarında kayboldunuz mu? En sevdiğim şeydir gittiğim şehrin sokaklarında kaybolmak ve yolumu bulmaya çalışmak. Çünkü her kayboluşumda yeni bir yol keşfederim mutlaka.
İşte böyle sevgili okur. Şimdilerde satır aralarında kayboluyorum. Burayı da çok özlemişim. İyisi mi bu ısınma turu olsun. Her gün bir iki satır karalasam size buradan fena mı olur. Bilmem ki halen oralarda mısınız? Bir yerlerde sesimi duyan vardır ama değil mi?